TCMB Başkanı Karahan, “2026 yılında, tek haneli enflasyona ulaşacağımızı öngörüyoruz. Bunun uzun bir süreç olacağını biliyor ve aşağı ve yukarı yönlü riskleri değerlendiriyoruz” dedi.
Dünya Gazetesi’nin öncülüğündeki ‘İklim Ekonomisi Sürdürülebilirlik Finansmanı Zirvesi’ İstanbul Finans Merkezi Ziraat Bankası Oditoryumu’nda başladı. Ekonomi dünyasının üst düzey temsilcilerinin katılımıyla gerçekleştirilen zirvede, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Fatih Karahan, konuşmasını gerçekleştiriyor.
TCMB Başkanı Karahan’ın açıklamalarından satır başları şöyle:
“2023 yılının ikinci yarısından itibaren büyümenin kompozisyonuna baktığımızda iç talep katkısının kademeli olarak azaldığını, net ihracat katkısınınsa, kademeli bir şekilde derin negatif seviyeden 2024 birinci çeyrek itibarıyla pozitife döndüğünü görüyoruz.
Öncü göstergelere ve kredi piyasası gelişmelerine baktığımızda talep koşullarındaki normalleşmenin yılın ikinci yarısında da güçlenerek devam edeceğini öngörüyoruz.
Büyüme kompozisyonundaki değişim, beklentilerdeki iyileşme ve talep koşullarının normalleşmesiyle ülkemizin dış dengesi daha sürdürülebilir bir hale gelmektedir.
Mayıs 2023’te 57 milyar dolara yükselen 12 aylık cari açık, Mart ayı itibarıyla 30 milyar dolar seviyesine gerilemiştir.
Mayıs ayı dış ticaret verileri de cari işlemler hesabındaki olumlu görünümün devam edeceği sinyalini net bir şekilde vermiştir.
Cari dengedeki iyileşmeyle birlikte finansman ihtiyacı azalırken, ülkemizin yurt dışı finansman kaynaklarına erişimi önemli ölçüde kolaylaşmıştır.
Böylece, küresel finansal koşullardaki sıkılığa rağmen, ülke risk primimizdeki gerilemenin etkisiyle, bankalarımızın ve reel sektörümünün yurt dışı borç çevirme oranları artarken borçlanma maliyetleri azalmıştır.
Son dönemdeyse, dezenflasyon patikasına olan güvenin artması Türk lirası tasarruflara ve finansal varlıklara yönelimi arttırmaktadır.
Özellikle Nisan ayı başından itibaren, Türk Lirası mevduat payındaki artış hızlanmış ve artış bu kez KKM hesaplarındaki çözülmenin yanında, döviz tevdiat hesaplarından kaynaklanmıştır.
Türk Lirası’na artan taleple birlikte, geçen yıl Ağustos ayında yüzde 31 seviyesine gerileyen Türk lirası mevduatların toplam mevduat içerisindeki payı, mayıs sonu itibarıyla yüzde 48 seviyesine ulaşmıştır. Aynı dönemde Kur Korumalı Mevduat bakiyesi tepe noktasından yarı yarıya gerilemiştir.
Yurtdışı yatırımcıların da benzer şekilde Türk lirası varlıklara talebinin arttığını görmekteyiz.
Nisan ayı başından itibaren ülkemize gelen portföy akımları, başta devlet iç borçlanma senetleri olmak üzere 10 milyar doları aşmıştır.
Parasal sıkılaşma yapan birçok ülkede olduğu gibi sermaye akımlarının dezenflasyon ve finansal istikrar amaçlarına uygun bir şekilde yönetilmesini önemsiyoruz.
Son attığımız adımlar ile yurt içi ve yurt dışı kaynaklı Türk lirası varlıklara talebin artması sonucunda ortaya çıkan likiditeyi çeşitli araçlar ile sterilize ederek finansal koşullardaki sıkılığı koruyoruz.
Artan Türk Lirası talebi ile birlikte rezervlerimiz 145 milyar doların üzerine çıkmış ve Merkez Bankamızın net döviz pozisyonu son iki ayda yaklaşık 70 milyar dolar iyileşmiştir.
Bu durum Türk Lirası varlıklara yönelik pozitif bir döngünün başladığını göstermektedir.
Türk Lirası tasarrufların artması ve yatırımcıların Türk lirası finansal varlıkları tercih etmesi ile birlikte rezervlerimiz artmakta, rezervlerdeki artış Türk lirasına olan güveni pekiştirerek Türk lirası varlıklara geçişin devamını desteklemektedir.
Mayıs ayı itibarıyla enflasyon yıllık bazda yüzde 75,5 seviyesinde gerçekleşmiştir.
Enflasyonun Mayıs ayında en yüksek seviyesine ulaşacağını sonrasında da düşeceğini daha önceki iletişimlerimizde paylaşmıştık.
Dezenflasyon patikamıza göre Haziran ayında başlayarak manşet enflasyon yılın geri kalanında her ay gerileyecektir.
Baz etkileri nedeniyle yaz aylarında bu gerileme özellikle belirgin olacaktır.
Ancak para politikası duruşumuzu belirlerken bizim takip ettiğimiz gösterge, aylık enflasyonun ana eğilimi olmaya devam edecektir.
Mayıs ayı itibarıyla aylık enflasyonun ana eğiliminin %3 civarında olduğunu tahmin ediyoruz.
Enflasyon verilerine daha detaylı baktığımızda, finansal koşullar ile kur gelişmeleri ve beklentilerinin önemli olduğu dayanıklı mal gibi kalemlerde, aylık enflasyonun önemli ölçüde yavaşladığını görüyoruz.
Diğer taraftan hizmet enflasyonundaki katılık ve yüksek seyir, enflasyonist baskıları canlı tutmaktadır.
Enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşunu sürdüreceğiz.
Sıkı duruşumuz ile birlikte yurt içi talepteki dengelenme, Türk lirasında reel değerlenme ve enflasyon beklentilerinin iyileşmesiyle ana eğilimin gerileyeceğini öngörüyoruz.
Ana eğilimde beklenen bu gerileme ile birlikte enflasyon tahminlerimizi 2024 yılsonu için yüzde 38, 2025 yılsonu için yüzde 14 seviyesinde belirledik.
2026 yılında, tek haneli enflasyona ulaşacağımızı öngörüyoruz.
Bunun uzun bir süreç olacağını biliyor ve aşağı ve yukarı yönlü riskleri değerlendiriyoruz.
Özellikle belirtmek isterim ki enflasyon tahminlerimiz yalnızca tahmin değil, para politikası sıkılığını belirlerken kullandığımız ara hedef görevi görmektedir.
Bu nedenle enflasyon gerçekleşmelerinin ve beklentilerinin tahmin patikamıza yakınsamasını dikkatle takip etmeye devam edecek ve enflasyon görünümünde belirgin ve kalıcı bir bozulma olması halinde, para politikası duruşumuzu sıkılaştıracağız.
Merkez Bankası olarak toplumsal refaha en büyük katkımızın fiyat istikrarını tesis etmek olduğunun bilinciyle hareket etmeye devam edeceğiz.
İklim değişikliği uzun süredir gündemde olan ve yakın dönemde etkilerini giderek artan şekilde hissetmeye başladığımız bir gerçek olarak karşımıza çıkıyor.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olarak yeşil dönüşüme destek veya iklim değişikliği ile mücadele doğrudan görevlerimiz arasında yer almamaktadır.
Ancak iklim değişikliği ve yeşil dönüşümden kaynaklanabilecek çeşitli risk ve yapısal dönüşümlerin, enflasyon ve finansal istikrar üzerindeki etkilerini yakından takip etmekteyiz.
İklim değişikliği, fiziksel riskler yolu ile de ekonomi ve finansal sisteme etki etmektedir.
Dünya Bankası tahminlerine göre, 1980’lerde yıllık 80 milyar dolar düzeyinde olan doğal afet kaynaklı ekonomik kayıplar, iklim değişikliği kaynaklı afetlerin artmasıyla son yıllarda 350 milyar dolar seviyesinin üzerine çıkmıştır.
Doğal afet riskinin artması, tedarik zincirleri ve dolaylı olarak enflasyon üzerinde riskler oluşturmaktadır.
Tedarik zinciri şoklarının enflasyon üzerinde ne kadar büyük etkileri olabildiğini pandemi döneminde gördük.
İklim kaynaklı fiziksel risklerin finansal sistemler tarafından doğru fiyatlanması ve gerekli sigorta piyasalarının geliştirilmesi finansal istikrar için de önemlidir.
Finansal istikrar için iklim kaynaklı riskleri yönetmek kadar azaltmak da önemlidir.
Birleşmiş Milletler tahminlerine göre düşük karbonlu ekonomiye geçiş ve 2050 yılı küresel net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmek için, 2030 yılına kadar, yılda en az 5 trilyon dolarlık bir küresel yatırıma ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu rakam küresel hasılanın yüzde 5’ine eşittir.
İklim değişikliğine hazırlanmak için önemli bir yatırım gereksinimi varken, özellikle gelişmekte olan ülkelerin sürdürülebilir finansman açığı bulunmaktadır.
Ülkemizde de 2053 Net Sıfır Emisyon Hedefine ulaşabilmek ve 2026 yılında mali yükümlülükleri (karbon ücreti) devreye girecek olan, AB’nin Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizmasına uyum sağlayabilmek için önemli bir finansman ihtiyacı bulunmaktadır.
Bu finansman ile yapılacak yatırımları kesinlikle sadece bir maliyet olarak görmemeliyiz.
Yeşil dönüşüm birçok yönden fırsatlar da sunmaktadır.
Bu alanda yapılacak yeni yatırımlar sadece iklim değişikliği kaynaklı riskleri azaltmayacak, aynı zamanda ülkemizin ekonomisine de katkı verecektir.
Örneğin, yenilenebilir enerji yatırımları ile, enerji ihtiyacımızın yenilenebilir kaynaklardan karşılanmasının, fiyat istikrarı ve cari açığa olumlu katkısı olacaktır.
Son dönemde sürdürülebilir finansman alanında da artış görüyoruz.
Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından, 2023 yılı Nisan ayında gerçekleştirilen 2,5 milyar dolar değerinde ilk yeşil devlet tahvil ihracı yapılmış ve söz konusu ihraca yönelik güçlü bir talep gözlenmiştir.
Kamu borçlanmasının yanında gerek bankaların gerekse reel sektörün son dönem yeşil ihraçlarında da bir artış görülmektedir.
Verilere bakıldığında, ülkemizde toplam Çevresel, Sosyal, Yönetişimsel (ÇSY) sermaye piyasası fonlamasındaki artış dikkat çekmektedir.
2023 yılı Eylül ayı başında 2,4 milyar TL olan yurt içinde ihraç edilen ÇSY borçlanma senetleri toplamı, Mayıs 2024 itibarıyla 7,9 milyar TL’ye yükselmiştir.
Aynı dönemde yurt dışında ihraç edilen ÇSY borçlanma senetleri toplamı ise 8,2 milyar dolardan 14,3 milyar dolara ulaşmıştır.
Yeşil dönüşümün sağlanması için gereken finansmanın büyüklüğü, ülkemizin küresel finans piyasalarına entegrasyonu ve yurt içi piyasaların derinleşmesi için de bir fırsat sunmaktadır.
İlerleyen dönemde özellikle yurt dışından sağlanacak kaynaklar yeşil dönüşüm finansmanını kolaylaştıracaktır.
Küresel sürdürülebilir sermaye piyasası fonlarının toplam varlık değeri, 2023 yılında yaklaşık 30 trilyon dolardır. Bu piyasanın 2030 yılına kadar 40 trilyon dolar büyüklüğe ulaşacağı tahmin edilmektedir.
Ülkemizin küresel sürdürülebilir sermaye piyasasından aldığı payın hâlâ düşük olduğunu (yüzde 0,26) görmekteyiz.
Bu bağlamda, son dönemde çok taraflı kalkınma bankalarınca ülkemize sağlanan sürdürülebilirlik temalı uzun vadeli ve düşük maliyetli fonlarda görülen artış memnun edicidir.
Sürdürülebilir finansman piyasalarının Türk lirası cinsi varlıklar ile yurt içinde de büyümesi, finansal piyasaları derinleştirerek Türk lirası cinsi tasarruf aracı çeşitliliğini artıracaktır.
Sürdürülebilir finansman piyasalarının gelişmesi ve yeşil dönüşüm için kaynağa ihtiyacı olan şirketlerimizin yurt içi ve yurt dışı kaynaklara ulaşabilmesi için, verilerin erişilebilirliği, karşılaştırılabilirliği ve şeffaflığının özellikle önemli olacağını değerlendiriyoruz.
İklim değişikliği ve yeşil dönüşüm alanında verilerin toplanması, sınıflandırılması ve analizi ile iklim kaynaklı riskler belirlenebilecek ve yeşil dönüşüm amaçlı borçlanmalar kolaylıkla tanımlanabilecektir.
Dünyaya baktığımızda merkez bankalarının iklim değişikliği ile mücadele ve yeşil dönüşüm alanlarında rollerinin henüz netleşmediğini görüyoruz.